top of page

Bu mesele sadece bir "kavmiyet" meselesi mi?

Bu hafta da her zaman olduğu gibi ülke gündeminden bir mevzuu masaya yatıracağız. Bir günü olaysız geçmeyen, gündemi hiç durulmayan güzel ülkemin bu haftaki gündemi ise, "Tabela". Yani Arapça tabelalar...


Mesele dil ve kültür meselesi olunca "söyleyecek çok şeyi olan" kıymetli ahalimiz ve politikacılarımız ise, yine açtı ağzını yumdu gözünü. Bir takım güya alanında uzman "âlim"lerimiz ekranlarda ve gazete köşelerinde arz-ı endâm etmeye ve kıymetli fikirlerini ifade etmeye başladı.


Bu yazıyı yazmamın esbâb-ı mûcibesi haylice fazla ama bardağı taşıran son damla iktidar partisine mensup bir milletvekilinin sözleri oldu. İsmi pek lazım olmayan bu vekilin sözü şu idi:


"Arapça tabelaya ve Suriyeliye karşı çıkan zihniyetle, Diyanet'i eleştiren zihniyet aynı.

Ukraynalı geliyor ona bir şey demiyorsun çünkü mavi gözlü sarı saçlı. Ama kara gözlü kara saçlıları görünce kıyamet koparıyorsun."


Öncelikle şunu kabul ediyorum: Arapça tabelaya karşı çıkan zihniyetle, diyaneti eleştiren zihniyet aynı. Evet, aynı. Vekil beyefendi doğru söylüyor. Ama eksik söylediği bir şey var. O zihniyetin adı, "akl-i selîm"dir.


Halkın vergileriyle kendilerine sağlanan bütçeyi, ülkemizin güzîde tatil beldelerindeki beş yıldızlı otellerde, seminer adı altında yaptıkları tatillerde çarçur eden Diyanet'i eleştiren zihniyet ile bir milli kültür meselesi üzerine kafa yoran zihniyet tabiki aynıdır. Neyse bunu bir kenara bırakalım ve vekil beyefendiye bir soru soralım.


Savaştan kaçarak gelen hangi Ukraynalı tabelası Ukrayna dilinde olan ticarethâneler açtı? Yahut hangisi on yılı aşkın zamandır bu topraklarda? Yahut hangisi üç kuruşa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak -kendi has be has vatandaşların dahi faydalanamadığı- tüm sosyal haklardan faydalanıyor?


Neyse bunları bir tarafa bırakıp dil meselesine geçelim.


Dil ile alâkalı ne zaman bir mevzu açılsa aklıma merhum Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu gelir. Oktay hoca aklıma geldiğinde ise, aklıma Hoca'nın meşhur kitabı "Bay Bay Türkçe" gelir. Benim Oktay hocayı ilk tanıdığım yer bu kitabı olmuştu. Daha sonraları Hoca'nın hayatını biraz daha araştırdım ve gördüm ki, Oktay hoca aslında müthiş bir kimyacı aynı zamanda mükemmel bir fizikçi. Aynı zamanda moleküler biyoloji alanında da çalışmaları mevcut. Çalışmaları sığ ve ucuz makaleler de değil. Oktay hoca iki kere Nobel'e aday gösterilmiş, ikincisinde ise Nobel'i kazanmış. Ama kendi ülkesi arkasında durmadığından ötürü bu ödülü reddetmiş.


Bunları öğrendiğim zaman ise aklıma bir soru takıldı. Bu kadar büyük bir fen bilimleri üstadı neden dil ve kültür meselelerine bu derece kafayı takmış?

Kıymetli okurlar, hatırlatayım. Basit bir adamdan bahsetmiyoruz. İki defa nobel adayı olmuş, yurt dışında "Sinanoğlu Kuramı" olarak bilinen çok mühim bir bilimsel kuramın sahibi, bir buçuk senede üniversiteyi bitiren, iki ayda doktora tezini tamamlayan, yapılan testlerde IQ'sü Einstein'dan bile yüksek çıkmış bir adamdan bahsediyoruz.


Diyeceksiniz ki, konu iyice dağıldı. Konuyu nasıl bağlayacaksın? Hemen bağlıyorum.


Oktay hocanın "Büyük Uyanış" kitabını okuduğumda ise şunu gördüm. Yabancı dildeki tabelalar olsun, ülkemizin bir takım önde gelen kurumlarında olan yabancı dilde eğitim olsun. Bunlar ancak ve ancak müstemleke ülkelerde yani emperyalist devletlerin sömürdüğü kaynak bakımından zengin ama cahil ve güçsüz ülkelerde var. Oktay hoca eserinde kısaca diyor ki: yabancı dil öğrenmeyelim demiyorum, en iyi şekilde öğrenelim. Okullarda teknik yabancı dil dersleri olsun. Ama hayatımızı, dilimizi Amerikanlaştırmayalım!


Hatta hoca mezkûr eserinde bir hadiseyi naklediyor. Tam hatırlayamıyorum. Fakat hadisenin muhtevâsı şu: Yanlış hatırlamıyorsam bir Fransız sömürge ülkesinde, bir mektepte daha ilkokul çağındaki bir çocuk arkadaşları ile arasında kendi dilinde konuştuğu için okulun ilgili yetkilileri tarafından çırılçıplak soyularak boynuna bir metal tabela asılıyor. Tabelada yazan ise şu: Ben aptalım


İşte tam da bu noktada bu yazıyı okuyanlara sormak istiyorum. Biz bağımsız bir ülkede yaşamıyor muyuz? Amerikan'ın mandasında, İngiliz'in himâyesindeyiz de haberimiz mi yok?


Benim için mesele "Arapça" olması değil, yabancı dil olması. Ben, İngilizce'sine de karşıyım, Arapça'sına da, Japonca'sına da


Zaten yabancı dildeki tabelaların asılması normalde yasak! Ondan hiç bahsetmiyorum bile.


Arapça demek cehâlet alemetidir!


Tabela tartışması ile beraber hâliyle dil ve harf inkılapları da gündeme geldi. Kendine âlim yahut gazeteci diyen bir takım zevât ciddi ciddi dedi ki: Osmanlı'nın dili Arapçaydı!


Birde yıllardır söylenen şu ucuz safsata: "Osmanlıca, Arapça-Farsça karması garâbet bir lisandır"


Hadi oradan bre câhil!


Türkçeyi resmi dili yapan ilk devlet Osmanlı'dır, yani Bizizdir. Karamanoğlu Mehmed Bey falan değildir.


Karamanoğlu Mehmed Bey'e atfedilen “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçe’den başka dil konuşmayacak” fermanının, Mehmed Bey'e ait olması mümkün değildir. Çünkü o tarihte daha vezir değildir.


Fermanı veren vezirlerinde herhangi bir Türkçe hassasiyeti falan yoktur. Fermanın sebebi: bugünün tabiriyle "hükümet" diyebileceğimiz "Divân"a mensup beylerin Türkçeden gayrı dil bilmemesidir.


O zamanlar Konya-Karaman civarındaki beyler, İran topraklarının ötesinden at sırtında gelmiş sadece Türkçe bilen insanlardı. Fakat devlet vazifesinde çalışan kâtiplerin çoğu Fars kökenli olduğundan devletin muhasebe kayıtları da Farsça tutuluyordu. Divâna mensup beyler bunu anlayamadığından vergileri denetim altında tutmak zor oluyordu. İşte fermanın sebebi budur.


Bu anlattıklarım; Türk Tarih Kurumunun akademik dergisi Belleten'in 239. sayısında yer alan Prof. Erdoğan Merçil'in 1998'de Viyana'da bir akademik kongredeki tebliğinde geçmektedir.


Dediğim gibi Türkçeyi resmi dil yapan Osmanlı'dır. On dördüncü asırdan bil'itibar tüm devlet yazışmaları Türkçe'dir.


Hatta 1876'da ilk anayasamız olan Kanûn-i Esâsi hazırlanırken Sultan İkinci Abdülhamid, Türkçe maddesini hususi arzusuyla ekletmiştir.


Kanûn-i Esâsi'nin ilgili maddesi şudur:

"Tebaa-i Osmaniyyenin hidemâtı devlette istihdam olunmak için devletin lisan-i resmîsi olan Türkçe'yi bilmeleri şarttır.


Hülâsa


Her ne kadar yazının başlığından biraz uzaklaşmış olsak da, yazının hülâsası şudur.


Dil meselesi, bazı çevrelerin söylemeye çalıştığı gibi mavi göz, kara göz meselesi değildir. Mesele bir "kavmiyet" yani ırk meselesi değildir. Kavmiyetinden ötürü insan dışlama bizim kültürümüzde yoktur.


Bizim meselemiz, istiklâl meselesidir.


Yazımı istiklâl şairimiz Mehmed Akif'in -daha önce de yazdığımız- şu nefis mısraları ile nihâyete erdiriyorum


Müslümanlıkta anâsır mı olurmuş, ne gezer? /

Fikr-i kavmiyyeti tel'in ediyor Peygamber

/

En büyük düşmanıdır rûh-u Nebî tefrikanın, /

Adı batsın onu İslâm'a sokan kaltabanın.



 
 
 

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page